• homepost1

  • homepost4

  • homepost2

  • homepost5

  • homepost3

  • homepost6

  • homepost7

Rakı içilir mi hiç çiçeksiz?


Hüseyin Peker
Kitaplık
Edebiyatta Yeme-İçme
Sayı: 78
Aralık 2004


Şairlerin daha narin bir iç dünyaya sahip kişilik göstermelerinden olacak, yemek-içmekle araları çok hoş olmasa gerek. Başka bir deyişle şair, keyfi iyi oldu mu; yemeye daha sokulgan, kırıldı mı yemeden içmeden kesilen bir yaratılışa sahip. Yani kimliği oldukça zikzaklı. İnişli çıkışlı. Hele bayan şairlerin şiir evreninde yemenin adı bile yok gibi. Adeta perhiz yapıyorlar dize aralarında. Yahya Kemal’den bu yana eski şiirimizde çok bağazlı şairler olduğu biliniyor. Hatta Osmanlı saraylarında. Giderek gerek ekonomik koşullar, gerek yaşam zorlukları şairi boğazsız yapmış sayılabilir.
Ot ve şifalı baharat konusuna merakıyla bilinen İlhan Berk bile uzun yaşamasının sırrını az yemekte buluyor sanırım:

Elindeki bıçak soğan soyuyordur (Güzel Devedikeni)

Bunun dışında sofraya oturan bir dizesine rastlamak mümkün değil. O daha çok dağlarda dolaşıyor, evde yok.
Orhan Veli’nin yoksul sofrasında ‘Bir de rakı şişesinde balık olsam’ haricinde çay ve ekmek dışında gezinen, iştah açıcı bir nesne de, yok gibi:

Bir şiir söylerim belki sizlere dair
Elime üç beş kuruş geçer
Karnım doyar benim de (Galata Köprüsü)

Yine rakı denen esrarengiz içecek ülkemiz şairlerinde baştacı; başka deyişle kutsal sayılan bir içecek. Ona gerek söz, gerek içki olarak dokunurken bile okuru titreten deyişlere, benzetmelere ulaşmış, yakın çağın Türk ozanı. Ece Ayhan’daki ‘Rakı içilir mi hiç çiçeksiz’ (Ut) adlı unutulmaz dize, belki rakının sihirli kokusunu belleklerimize kazıyacak kadar eşsiz ve unutulmaş bir deyiş. Aslında yaşamında belki alkolün yeri çok olsa da; Ece Ayhan da, Turgut Uyar gibi alkolün duvarında gezinmemiş şiirlerinde. Çok az değinip geçmiş. Ama yukarıda andığım dizedeki güzelliği de yaratmaktan geri kalmamış. Turgut Uyar’ın ‘Bu yüzden meyve suyu içiyorum durmadan’ (Şehirden Biri) dediğine bakmayın, alkolle içiçe yaşamış bir ozanımız. Cemal Süreya’da ölüm sebebini alkol denen içeceğe bağlamış, ama alkolden az söz etmiş biri. Yemek içmekle saplantısı yok şiirlerinde:

Sonsuz ve olağanüstü bir bira
Köpüklene köpüklene biçimlendirir

Diye özendiriyor, ağız sulandırıyor o kadar. Yeni şiirden seçtiğim iki örnek de genç şiirin az önem verdiği şiir, yemek, içmek konusuna değinip geçtikleri örneklerden:
Abdülkadir Budak Gömleğim Leyla Desenli şiir örneklerinden artakalan yerlerde tematik olarak babasını anlatım birimi olarak seçtiği Ahşap Anahtar kitabının bir yerinde, babasına şarap yerine üzüm yedirme deneyini şöyle anlatır:

Şarap öncesi çünkü, üzümü hiç sevmedi
Nice salkımlar götürdüm, bir tekini yemedi
Üzüme benzer oğuldum, üzümün şarap hali
(Babam ve Üzüm)

Trakya’ya göçmüş göçmen duyarlığını türlü hallerle anlatan başarılı ozan Adnan Özer, ayçiçeklerinden, tarla kuşlarından kaldırdığı başını okura şöyle uzatıyor, muhacir diliyle:

Duygulu bir portakaldan yaratıldım ben (Darb- Mesel)

Benim esas konu alacağım iki ozanımız Oktay Rifat’la Edip Cansever. İkisi de, yeme-içmeye değişik ve özgün bakışlar getirmiş, beklenmedik örnekler seçmiş ozanlar. Belki gözümden kaçan birçok ozan vardır yeme-içme bağlantılı. Ben buraya Cansever ve Rifat değinmelerini çoğaltarak ozan sayısını kapatacağım.
Oktay Rifat’ta: Dut, kuru üzüm, zeytin, peynirle çoğalan kır sofraları; elbet Cansever’de votka bardağına damlamış bir dilim güneşle değiş-tokuş yapıyor. O. Rifat’ın kıl heybesinde bazlama, tuz ve erik (“Eşekliler”) var çoğunluk. Oysa “İçen Adam” şiirinde dediği gibi önünde birkaç zeytin tanesi, bir kara somun’la açtığı sofrada rakının çıldırtan bulutunu sayıklıyor. O. Rifat’ta sofra, naif ve bilinmez bir şeydir; azdır ama güzeldir, seyretmesiyle bile doyulan bir fakir sofrasıdır. Ama gönlü zengin bir sofra bu:
Susuz yalnızlıkları, kuru yemişçileri, köftecileri, patates-soğan arabalarını anlatır bize. Domatesi, biberi soframıza çağırır.

Erik pestilleri küflü, kirazlar ham
(Fesleğenli Görünüm)

Dediği yerde sofraya getirdiği bir avuç zeytini çardağın altına getirdiği alanda, ekmeği bir yana, balıkları bir yana koymuştur bile. (Balıklı) Kâseler, sahanlar, bakraç, bakırı çıkmış isli tencere yan yanadır. (Göç) Karpuz kesilince, kara karpuz çekirdekleri önümüzde dillenir. (Atlarla Körler) ‘Erkenden’ şiirinde erken saatte bir zeytin tanesi atar ağzına; öyle düşünür, öyle kısar yazacağı dizelerin arasına. Aynı şiirde:

Bir cümbüş sofrasına oturmuş gibi oluyor,
kırk türlü meze

Dediği yere çöker oturur. O gizemli bir kır efendisidir artık. Rakıdan, domates, somun ekmekten medet umar. Şiirini kısaltır, yemek içmeye sevgiyi çoğaltır.
Edip Cansever, akşama doğru bir dilim ekmek yiyeceğim belki, bir bardak da süt içeceğim demişti (Çağrılmayan Yakup) şiirinde. İşin burasında yemek içmeye bu kadar özenli davranmıyor aslında. “Cadı Ağacı” şiirinde tuzlanmış dere balıklarını kutulara dizmekten söz açıyor. “Dökümcü Niko ve Arkadaşları” şiirinde ise tabakla kavuna baktığı yerde, rakı içip bütün bunları kutluyor. O ayrı kimlikten dostları kutlayan, kutlanan gene kendisi oluyor. Peynirli sandviç ve şekerli kahve ile masasını süsleyen, o güzel donatılmış içki ağacını anlatıyor. “Cadı Ağacı” şiirinde.

Şarabıma gidiyorlar tek kelimeyle (Ay Kırmızı...)

İçkileri şarap ve rakıyla sınırlı değil Cansever’in, türlü çeşitler deniyor: ‘Ya viski içelim ya bira’ (Kavga) dediğiyle de kalmıyor. ‘Bir konyak içer misin?’ diye sormuştu Tragedyalar adlı uzun şiirinde. Alkolün yaslı çocuğu yanmış alkolleri, sınırsız alkolleri şöyle anlatıyor bir başka şiirinde:

Bu kaç kapılı konyak? (Konyak)

Ya alkol olmasaydı türünden serzenişlerde bulunan Cansever ‘herkes biraz içiyor’ diyerek kendisine ortak arıyor durmadan. ‘İçer içkisini, geriler’. Bu son örnekler hep Tragedyalar’dan. İşin içine Yunan mitologyasına göndermeler yapan bir şiir örneği katarsa, rahat durur mu içki sofrası gözünün önünde?

İçkiler, içkiler, o tekrar içkilerin bize sayfa numarasını getirir. Kapımızı çalar erik rakısıyla, nar şuruplarının kanını katar araya, sabah sabah kim içiyor diye sorar bu turunç likorönü? Aslında “Ne Gelir Elimizden...” şiirinde bahsettiği bu turunç likörünün kokusunu ondan başkası duyamaz. Çünkü herkesten daha keskin bir duyuma sahiptir bu konuda. Alkolün yürek yakan tarafı ondan sorulur ve ölümsüzlük yaratan yanı:
Bir dilim ekmeği bir yıl kadar uzatan ozan Cansever, hurma şaraplarını bile denemiştir.

Ey alkolden ölenler, büyük ölüler
diyerek içkiyi de kutsamıştır bir bakıma. Kendi yaptığı votkaları vardır Tragedyalar’ın içersinde. İçkiden ölenlere serenad yapar günün birinde:

Sen ne kadar içsen de
İçmedin bir gün bile (Tragedyalar)

İçmek üzerine belki en güzel dize Cansever’in yazdığıdır. Bu kadar yaşanmış, hissedilmiş bir alkol dizesini arasanız bulamazsınız.
Ballı çöreklerle su içtiği Umutsuzlar Parkı’ndaki bir dize de, onun içkiyle içli-dışlılığını anlatır nitelikte:

Biraz da soğuk almışım, biraz da içki, biraz da bahçe

Aslında E. Cansever’in şiirlerinde yalnız içki yok, söz konusu olarak. Bazen çay da içmeyi öneriyor eşine, dostuna. Sanki çay bir kaçış içeceği: İki perde arası içilen soğuk limonata ile korkunç pastayı “Umutsuzlar Parkı” şiirinde ikiye bölen şair “Ooo! bütün insanlar çay içecek” derken içilen tüm içeceklere de bir gönderme yapmayı ihmal etmez. Kirazla votka içmeyi “Çember” önerdiğine bakılırsa. Hiçlikle kesilen tahin helvaları “Amerikan Bilardosuyla Penguen”, eskimiş bir tutuşla şarabını içen ozana “Phoenix”, pis lokantalardaki çekilmez akşamüstlerini unutturur.

Bir dizesinin üzerinde ayrıca duracağım.
Bir caddeyi kullanmalı az çok, bir göğü,
bir kadeh siyah martıyı
(“Ne Gelir Elimizden İnsan Olmaktan Başka”)

Şimdi burada Cansever, ustaca bir kelime oyunu yaparak kadehin içine bir kuş oturtmuştur: Hem de siyah bir martı. Böyle bir kuş yok ama, mecazi anlamda düşünmezsek, denizde yaşayan karabatak geliyor usa. İçmeyle kara martıyı karartmak istemesi bir yana; bence içkiye kutsal bir takı vermeyi de düşünerek kadehe martıyı doldurmuş olabilir.
Edip Cansever en çok ‘Tragedyalar’ dilimindeki şiirinde koyu saplantısı içkiyi ve onun yanında kullandığı çilekten portakala, mezelerini yanına taşımıştır. Belki çok yemeyen ama çok içen birinin usunda gezinen esrikliğin serüvenidir çoğu yazdıkları. “Öldüler... Biri içkiden öldü” derken içkinin kutsal tanımazlığını da getirdi önümüze. ‘Rakılan içerdik. Benim karışık işlerim olurdu’ diyor Tragedyalar’da. Ama yazdığı çizdiği hiçbir şey, karışık değil. Rengi gri olabilir, ama karanlık işleri çağrıştırmıyor. Rakıyı içiyor ve içtiği içkiyi bizlerle kutluyor.
Son dönemde yetişen Türk Bukowski’si Ahmet Erhan’ın alkolle gittikçe çoğalan bağı, biraz Edip Cansever’i çağrıştırıyor. ‘Beşbinkasa bira, üçbin kasa rakı, ikibinbeşyüz kasa şarap ve kanyak ve votka eşliğinde eşiklere tükürerek’ (Resimli Ahmetler Tarihi, Kalıt) dizeleriyle pekiştirdiği son şiirleri ‘park havuzundaki balıklarla bölüştüğü ekmeklerle; karıncaların ona taşıdığı ıspanak, kereviz, pırasa artıklarını’ (Aynı şiirden), belki alkolün gölgesine bırakıyor.
Keşke Türk şiirinde alkol kadar; kereviz, pancar, bezelye türküleri dinleseydik. Ya da balık kızartmalarının kokusu masamıza kadar gelseydi.
Ozanlarımız yemeyi değil, içmeyi seviyor.

http://www.ykykultur.com.tr/kitaplik/78/hpeker.html

Filed Under:

About the Author

My name is Dinh Quang Huy or known as alias NhamNgaHanh .I made this template in magazine style and named it Simplex Darkness .I hope it helpful to persons who want a solutions for a template in Blogspot.To download this template and see template install instruction ,go to Simplex Design blog.
Yorum Gönder